Bir Bahar Sabahı Rüyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir Bahar Sabahı Rüyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mayıs 2012 Pazar

Bir Bahar Sabahı Rüyası

HAYATA DAİR SAÇMALAMACALAR VOL8:

Bir Bahar Sabahı Rüyası



Bugün sıradan bir hafta sonunu birlikte yaşayacağız. Bugün çok zorda kalmadıkça düşünmek yok. Hadi düşündük diyelim, bu düşünceyi, aklımıza takılan sorunlar ve buna yönelik sorularla ilerletmek, fikir yürütmek, kendi içimizde tartışıp, çıkmaz bir yere gelince bunalmak, “bulantı”lara kapılmak yok. Bugüne, tatlı bir mayıs sıcağında, güneşli bir güne uyanmış olmanın ruh haliyle başlıyoruz. Önce uyanıp bir süre gözlerimizi açmadan dün gece hayatımızı nerede ve hangi ruh hali içinde geçici olarak bıraktığımızı hatırlayıp, mutlu bir gülümsemeyle gözlerimizi açıyoruz. Bir süre saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalışıyoruz, daha sonra bunun bir önemi olmadığı sonucuna varıp, yatakta sağa sola dönüp uyanma sesleri çıkararak gerinip, yatağa oturuyoruz. Sonra kalkıp perdeleri açıyoruz ve güneş ışıkları perdenin arkasında saatlerdir beklemenin verdiği sabırsızlıkla odanın içine hücum ediyorlar. Yüzümüze çarpan o sıcaklık, içinizi daha da ısıtıyor. Sonra pencereyi açıp, sabahın en taze saatlerinin hafif serinliğini tenimizde hissediyor ve biraz ürperiyoruz. Masanın üzerinde duran bilgisayarın açma tuşuna basıp, yüzümüzü yıkamaya gidiyoruz. Döndüğümüzde açılmış olan bilgisayardan önce “Marissa Nadler - Famous Blue Raincoat” daha sonra da “Evgeny Grinko – Waltz” parçalarını dinliyoruz. Müziğin sesi kapakları patlamış bir barajın güçlü ve yoğun suları gibi evin içinde dağılıyor. O yoğunluğun içinde yüzercesine mutfağa gidiyoruz. Hemen sert bir kahve yapıyoruz kendimize. Sonra salona geçip rahat koltuğumuza kurulduğumuzda, sağımızdaki masada duran, dün gece okurken uyuyakaldığımız kitabımızı görüyoruz. “Jean-Paul Sartre, BULANTI”. Dün bizi çok etkileyen bölümü bulup tekrar okuyoruz. “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi. Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada olmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen ben'im. Bir roman kahramanı gibi mutluyum.” “Düşünmek yok” diyor iç sesimiz. Evet bugün düşünmek yok. Sadece, sakin bir ırmağın yüzeyine düşmüş bir yaprak gibi, akan zamanda sürüklenmek var. Bugün, sadece yaşamak var. Hiçbir şey yapmadan, en yalın haliyle yaşamak. Yarına ait sorumlulukların verdiği yükü hissetmeden, sadece saatin saniyelerini dinleyerek, zamanı en minimal halinde hissederek, kum saatinin dökülen küçük kum tanelerinin her birini hissedercesine (sanki her biri Newton'un kafasına düşen elmaymışcasına) sadece bu anı yaşamak var. Kitabı kapatıyoruz. Kahvemizi yudumluyoruz. Kahve bitene kadar, önce “Sade- Smooth Operator”, sonra da “Shivaree - Goodnight Moon" çalıyor evin içinde. Sonra, deniz kenarında bir yürüyüş yapmaya karar veriyoruz. Kahvaltımızı da denize karşı simit ve çayla yapma fikri de şimdiden heyecanlandırıyor bizi. Birden giyinmiş olarak deniz kenarında yürürken buluyoruz kendimizi. Martıların ve dalgaların sesi, doğanın şimdiye kadar bestelemiş olduğu en güzel senfoni gibi geliyor bize. Yanlış zamanda basılmış birkaç nota gibi gelen otomobil sesleri bile bu güzelliği bozamıyor. Denizin serinliği içimizi ürpertiyor. Sonra deniz kenarına dizilmiş hasır taburelerden oluşan minik ve şirin bir çay bahçesine oturuyoruz. Daha biz siparişi vermeden simit ve çayımız geliyor. Simitin sıcak ve gevrek oluşu ve çayın yeni demlenmiş tadı, deniz kokusuyla birleşince dünyanın en lezzetli kahvaltısı oluyor bir anda. 



Biz keyifle kahvaltınızı yaparken gökyüzünü yaran çok şiddetli ve doğaya aykırı bir melodi duyuluyor birden. Sanki kimse duymuyor bunu. Etrafımızdaki herkes sakin ve mutlu halini koruyor. Sonra gözlerimizi açıyoruz. Yatağımızdayız. Çalan saatin alarmını refleks olarak binlerce sabahtır yaptığımız gibi tek hamlede kapatıyoruz. Soğuk ve bulutlu bir mayıs gününde, Ankara'nın gri bir sabahına uyanmışız. Bizi bekleyen sorumlulukların yükünü, üzerimize oturmuş bir su aygırı gerçekliğinde hissediyoruz. 

Peki, yaşadığımız hayat, gerçekten yaşamak istediğimiz hayat mı? "Bu gün soru yoktu hani" diyeceksiniz. Haklısınız. Bu sefer aklıma gelen tüm soruları değil, ilk soruyu sorup bırakıyorum. Umarım kafanızın içinden sorular hiçbir zaman eksik olmaz ve umarım bu soruların hepsine içinizi rahatlatan cevaplar bulursunuz sevgili okurlar. Havaya gelice, "havalar nasıl olursa olsun, yeter ki sizin havanız iyi olsun".

Share:
Scroll To Top