HAYATA DAİR SAÇMALAMACALAR VOL:15
Perdeleri
sımsıkı çekilmiş havasızlık kokan küçük bir odada, kendi
içine hapsetmişti kendisini. Dışarının güneşli olması,
gündüz ya da gece olması onun için sadece perdelerin arkasından
belli belirsiz hissedilen bir ışık huzmesinden ibaretti. Kendi
dünyasının sınırsızlığını başka dünyalarla sınırlamamak
içindi belki, belki de başka dünyaların varlığına kapılıp
kendisinden uzaklaşmaktan korktuğu içindi bu hapsediliş. Yatağa
uzanıp terden nemlenmiş yastığının ıslaklığını boynunda ve
ensesinde hissederken, kendi kokusunun onda uyandırdığı güveni,
yastığın tamamen ona ait oluşundaki garip iç huzuru hissetti.
Yıkanmış temiz bir yastık kılıfı olsa, o yastık onun olmaktan
çıkacaktı sanki. Herkesin o yastığa sahip olabilme ihtimali
olacaktı. Yatağında uzanırken odasının duvarlarında asılı
olan posterlerine, tavanın dökülen sıvasına baktı bir süre.
Odasının dağınıklığındaki düzene hayran kaldı yine.
Yaşanmışlıklarını taşıyan, dağınıklık gibi gözüken bu
anılar yığınının, sadece ona ait oluşuna, sadece kendi
görebileceği ve hissedebileceği anlamlar taşıyor oluşuna büyük
bir zevk alarak baktı bir süre. Gözlerini kapattı. O odasının
hapsedilmişliğine sığamayan zihni şehrin üstünde yükseldi
yavaşça. Şehre karanlık bulutlar çöküyordu. Etkileyici bir
filmin en can alıcı yeri olan final sahnesinde, volümü artan
müzikle birlikte kapanışın haberini vermek için gelmişlerdi
sanki. Islak ve soğuk bir görüntü kaplamıştı şehri. Evinin
sıcaklığında, pencereden dışarı bakan insanlar için bile
üşütücüydu bu. Herşey yaşıyordu şehirde. Çatıdaki
kiremitler bile kişiliği benzemeyen ama görünüş itibariyle
birbirinin aynı olmak zorunda kalmış, aynı kıyafetlere sokulmuş
tek yumurta ikizleri gibiydiler. Ama her birinin yağmurdan ıslanışı
ve güneşte parlayışı farklıydı. Evlerden birinin balkonundaki
çanak antene takıldı gözleri. Antenin duruşu, sanki ilk bu
balkona koyulduğu dönemlerde güneşe, yağmura, karın soğuk
ağırlığına, rüzgara karşı verdiği mücadeleden bıkmış,
yerini sorgulamayan bir dinginliğe bırakmış haldeydi.
Gençliğinde, sorunlara çok kafa yorup mücadeleler vermiş, ama
çabasının bir işe yaramadığını düşünüp vazgeçmiş,
bilmem kaç kuşağı çanak antenlerden biri gibiydi. Uzaydan gelen
sinyallerin ekranda hayat buluşundaki mucizede değildi onun kafası.
Cep telefonundan mesaj bile çekemeyen teknolojiyi hiçbir zaman
hayatına sokamamış bir kuşağın üyesi olmaktan memnundu. Belki
de karşı çatıdaki çanak antenle çay içip memleketin hali
geyiği yapardı kahvede, kurtulabilseydi balkon demirine sımsıkı
bağlanan sapından. Arkasındaki tahta dolapla hiçbir zaman samimi
olamamış iki mesai arkadaşı gibiydiler. Araları da kötü değil
ama birisi bir adım atıp da samimiyeti ilerletememişti yıllardır
ve öylece kemikleşmişti aralarındaki duvar.
Şehri
kül rengi bir duman kaplamıştı. Sarma cigaradan alınan derin bir
nefesin yavaşça dışarıya bırakılışındaki acı duman gibi
yükseldi bacalardan sonbahar. Şehri geride bırakıp yükselmeye
devam etti küçük bir odada bedeni bir yatağa uzanmış olan
çocuğun zihni. Yükseldikçe yok oluyordu yavaş yavaş herşey.
Önce kendisini kaybetti gözden, sonra evini, şehrini, ülkesini,
toprağı kaybetti, sonra okyanusları kaybetti, küçülerek
anlamını yitiriyordu hayatındaki tüm yıkılmaz gibi görünen
sınırlar. Göremediği sınırlarını da farketti yükseldikçe.
Zihni dünyanın etrafını kaplayan berrak bir nehre damlayan su
gibi karıştı sonsuzluğun enginliğine. Sanki her düşünceye,
her olaya, her insana, her yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olana
erişebilirdi artık. Hepsi aynılaşıyordu bulunduğu yerden
bakınca. Tek bir rengin hakim olduğu berrak bir sonsuzluk gibi net
ve aynıydılar. Çocuk gözlerini açtı. Tavanı izledi yine bir
süre. Sonra yatağa oturdu. Odasına baktı. Aynı huzuru vermedi
odasındaki o yaşanmışlıkların ve dağınıklığın görüntüsü.
Bütün sınırların arkasını görmüştü artık. Hiçbir sınır
onu sınırlayamazdı. Kendi sınırsızlığını sığdıramazdı
artık sınırlıların dünyasına. Küçük fanustaki balık,
okyanusa düşmüştü bir kere. Suyuna karışmıştı okyanusun
suyu. Dönemezdi artık evin herhangi bir köşesindeki o sınırsız
sandığı küçük fanusuna. Ayağa kalktı. Hızla eridi
etrafındaki herşey. Ufukta hiçbirşey görülmeyen sonsuz bir
maviliğin içinde hissediyordu kendini. Daha mutlu ya da daha mutsuz
hissetmiyordu çocuk. Belki aynı sıradan hayatına, aynı şekilde
devam edecekti yine. Perdeleri çekili evinde kendi içine hapsoluşu
sürecekti belki ama hiçbir şey asla eskisi gibi olamazdı artık
onun için. Cam fanusa okyanus suyu karışmıştı bir kere.