psycodelic etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
psycodelic etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2012 Pazartesi

Psycodelic

HAYATA DAİR SAÇMALAMACALAR VOL:14

Psycodelic



      Sessiz gecenin içinden eve doğru yürüyorum. Sokakta sadece adımlarımın ritmik sesi ve uzaktan geçen arabaların belli belirsiz homurtuları duyuluyor. Sokak lambalarının yorgun ışıklarıyla, yeni uykuya dalmış asfaltın uyumunu hep sevmişimdir. Bir anne şefkatiyle asfaltın uyuyuşunu izler sanki sarı sokak lambaları. Yürürken ancak çok yaklaşınca farkedebildiğim, aniden orada varoluşmuş gibi beni korkutan, iki sokak lambasının arasında, en ışıksız yerdeki kaldırımın kenarına oturmuş bir adam görüyorum. Yaklaştıkça onun farkedilmeyişinin oraya aitliğinden kaynaklandığını anlıyorum. Kaldırımın o köşesi o anda onun oraya oturması için yapılmış sanki. Kaldırımın tüm parçaları, kumu, harcı, taşı o anın sabırsızlığıyla beklemiş hep. Elinde tuttuğu o sigara tekinin o nefesi, o anda, o adam onu içine çeksin diye varolmuş, yıllardır ciğerleri o anda gelecek o nefesi beklemekte sanki. Ayaklarının yanında ne kadarı içildiği anlaşılmayan bir bira şişesi duruyor. Milyonlarca kullanılmış cam şileyi toplayan eller o adam için çalışmış ve o şişelerin geri dönüşümünden yapılan bu şişeye doldurulan biranın o 500cclik kısmı o adamın kanına karışmak için üretilmiş. Yanından geçerken göz göze geliyoruz ve o adam oluyorum birden. Elimdeki sigarayı ciğerlerime çekerken 30 paket yıllık bir birikimle öksürüyorum. Biradan aldığım son yudumun tadı hala damağımda. Elimde biranın ıslak ve soğuk şişesini hissediyorum. Ellerime bakıyorum. Ellerim şehrin çöpleriyle kararıyor. Karşımda gün boyu topladığım çöpler duruyor. O alışmışlıkla biramı bitirip, her gün olduğu gibi düşünmeden ayaklarımın götürdüğü sokaklara doğru yürüyorum. Hangi sokağın neresinde çöp yığınlarının beni beklediğini, o çöplerde neler bulacağımı, hayatımdaki herşeyden daha net biliyorum. O çöp yığınlarını alışık olduğum hareketlerle karıştırmaya başlıyorum. Hiç düşünmeden ellerim önce görünen şişeleri topluyor, sonra da kapalı poşetleri şişe bulma ümidiyle açıyor. Gözlerim camın sokak lambasındaki parıldamasının verdiği o alışılmış görüntüyü arıyor. Vücudumdaki ağrıları ve belimin yorgunluğunu hissetmiyorum bile. Düşününce farkedebiliyorum ancak. Çöpten çöpe yavaş yavaş gözden kayboluyorum, sokağın köşesindeki varoluşumdan habersiz, kendi varoluşuma dalıp gidiyorum. Sokağın sessizliğiyle sarılıyor zihnim yeniden ve kendi seslerinde boğuluyor beynimdeki sözcükler. Biryerlerde birşeyler sürekli varoluşmaya devam ediyor. Sineğin cama defalarca kez kafasını vurup, yılmadan her seferinde bunu ilk kez dener gibi tekrarlaması, kuşların milyonlarca kez yorulmadan inip çıkan başları, bıkmadan rüzgarda sallanan yapraklar, kaldırımların sıkılmadan hareketsiz duruşu, hergün işten eve aynı saatte gelen adam, evi hergün temizleyen ve yemek yapan kadın, usanmadan ağlayan çocuk, renginden hiç sıkılmayan ağaç, midesi hiç bulanmadan milyonlarca kez dönen tekerlek, hepsi sabırla bir yerlerde varoluşmayı sürdürüyor. Beynim sabırla ve bıkmadan düşünmeyi sürdürüyor. O kadar karmaşıklaşıyor ve beni bunaltıyor ki beynim, kafamın gittikçe ağırlaştığını, taşıyabileceğimden çok düşündüğümü hissetmeme rağmen, bu düşünce yığınını boşaltmaya yetmiyor hiçbir zihinsel mastürbasyon. Ne zaman yok olur insan, ne zaman düşünmeyi bırakır. İlk kez karanlık bir rahmin derinliklerinde mi düşündük ya da düşünüyorduk da bir bedene mi büründük. Düşünceler yok olur mu. Yoksa görüntü ya da ses gibi sonsuza kadar var mı olur. Yok olursa niye düşünüyoruz ki. Sonsuzluk için mi düşünür insan, yok olduğu söylense durur mu tüm sinaptik iletileri beynin. Yürümeye devam ediyorum sokakta. Caddeye yaklaşıyorum. Karşıda kapanmış dükkanların gece bekçisi ışıkları yolu aydınlatıyor. Sağımda belediyenin kaybolmasın diye üzerine ismini yazdığı çöp tenekesi duruyor. Belki de şahsa ait çöp tenekeleriyle karışmasın diyedir bu sahipleniş. Dev sokak çöp tenekesi alıp onu sokağına koyan, sonra da her gün düzenli olarak onu şehir çöplüğüne boşaltan insanlar olmasa, böyle bir şey yapmazdı belediye de elbet. Belki de rakip belediyeler çöp çalıyordur sokağımızdan. Bilinmez. Caddeye yaklaşıyorum. Trafik ışıkları bıkkın sarı renklerinde yanıp sönüyor. Bu uyarı gecenin olduğunu ve artık sokakta olan arabaların kırmızıyı hakedecek kadar bile çoğunlukta olmadığını, anca sarıya değer görülen azınlıklar olduğunu gösteren bir işaret. Karşıdan karşıya geçerken, karşıdan gelen arabanın şoförüyle göz göze geliyorum ve birden o arabanın şoförü oluyorum. Yorgun ve bıkkınlıkla bakıyorum karşıdan karşıya geçmek için bekleyen kendime. Önüme çıkıp çıkmayacağımı kestirmeye çelışıyorum. Sonra bekleyeceğimi anlayınca gaza basıp yoluma devam ediyorum. Eve gelip terliklerimi giyip, yemeğimi yiyip, televizyonun karşısında nasıl uyuklayacağımı düşünmeden, bunun kesinliğini biliyorum. Bu kesinliğin garip huzurunu hissediyorum içimde. Farklı bir şey olup olmayacağını, olmasını isteyip istemediğimi bile düşünmüyorum. 10 yıllık bir alışkınlıkla sürüyorum arabamı. Nereye gitmem gerektiğini sorgulamıyorum bile. Yollardaki yavaş değişimi hayrete uğramadan sindiriyorum. Hayatımdaki yavaş değişimleri de (yeni bir dizinin onlarca reklamla başlaması, biraya öngörülen zammın gelmesi, ayakkabılarımın yavaş yavaş eskimesi ve yeni bir ayakkabıya ait fikrin beynime yerleşmesi) aynı soğukkanlılıkla sindiriyorum. Zamanı yavaş yavaş sindirip, her gece uyumadan önce odanın karanlığına dışkılıyorum. O pisliğin içinde dakikalarca yatakta dönüp uyumak için çabalıyorum. Döndükçe kendi pisliğime daha da batıp, bu sıkıntının içinde, gecenin bilmediğim bir zamanında uyuyakalıyorum. Sabah, 10 yıldır işittiğim o çalar saatin sesiyle aynı yorgunlukta uyanıp, yine kendimi yineliyorum. Yineledikçe yeniliyorum. Sonra boş yoldan karşıya geçiyorum. Birden nereye gitmem gerektiğini, ne yaptığımı, hatta kim olduğumu unutuyorum. Bilmemenin çaresizliğini yaşıyorum kısa bir süre. Tekrar kendime geliyorum ve yineleyişlerin yenilişinde huzur buluyorum.



Share:
Scroll To Top